12 Şubat 2014 Çarşamba

Kiraz hanım 1 yaşında... "Doğum" ve "Doğumgünü" hikayemiz bir arada...


Güzel kızım, Cemre’m…
Bugün tam 1 yaşındasın… Gözlerimin önünde büyüyen bir mucize gibi, baktığım her saniye içimi titreten; neden olduğunu anlamadığım bir şekilde sevgisiyle gözlerimi dolduruveren; hayatta sahip olduğum en güzel, en büyük şeysin…Hayatımsın… Hayata dair ne varsa sensin…Yaşamaya dair sebebimsin anneciğim…


Hamileyken, belirli aralıklarla günlük tutmaya çalıştım hep.. Çok özel günlerdi çünkü.. Her saniye ne yaptığını, iyi olup olmadığını deli gibi merak ettiğim; sana olan sevgimin büyümesini hayretle takip ettiğim; içtiğim bir yudum suyun bile sana ulaşacağı mutluluğuyla, bilinciyle yaşadığım; her saniyenin sadece ikimizin arasında bir sır gibi yaşandığı; senin içerdeki dünyana tek, ama sadece tek başıma tanıklık ettiğim ve bu sebeple kendimi ÇOK özel hissettiğim çok güzel günlerdi. Unutulmamalıydı, ve sen bilmeliydin duygularımı.. Yazdım…

Son 1 senedir, doğumun dahil kalemi kağıdı elime alıp yazmam mümkün olmadı. Hem her saniyemi seninle dopdolu geçirdiğim için, hem de bu kadar özel duyguları nasıl ifade edeceğimi bilemediğim için.. Bugün doğumgünün annem… Daha fazla ertelemek istemedim…
Hamileliğim son günlerini dakikaları sayarak geçirdim… Çok değişik bir duygu… Aylardır içinde büyüttüğün bir can: sadece sana ait… Hareketlerine, uykusuna/uyanmasına, yediklerine karşı verdiği tepkilere, mutsuz olduğunda attığı tekmelere dünya üzerinde tanık olma şansına sahip tek insanken; onu sonunda kucağına alabilecek olmanın, kokusunu duyabilecek olmanın tarif edilmez bir heyecanı vardı içimde…

Heyecanla beraber “hüzün”de! Hüzün demek az kalır, yoğun bir üzüntü! Neden mi? İçimde büyüyen, sadece bana ait, dünyada sadece beni bilen bir canken; dışarı çıktığında birinin kızı, birinin torunu, birinin kuzeni, yeğeni olacaktın. Herkes için “birisi” olacak, “birşeyler” ifade edecektin.. Onlar da senin için… Halbuki o güne kadar ben “tek”tim… Doğduğunda seni paylaşmak mecburiyetinde kalacaktım… 9 koca aydan sonra bunu kabullenmek güç oldu…

Doğumdan önceki son gece, son hazırlıklarımızı yapıp, duşumu alıp yatağa yattığımda heyecandan zaten uyumam mümkün değildi. Sen, sanki artık tanışacağımızı hissetmiş gibi, uyuman gereken o saatte fıldır fıldır dönüp tekmeler savuruyordun annene… Ben heyecanlı ve huzursuzdum, belli ki hissediyordun: konuşuyor gibiydin benimle…

Günlerdir içimde patlamaya hazır bekleyen gözyaşlarını tutamadım artık. Ağladım, ağladım, ağladım: saatlerce! Baban endişelendi, fakat durumu anlayınca halime çok güldü. Tabi ki beni çok iyi tanıdığı için hiç  şaşırmadı bu duruma :)

Uyuyamadım, ağlamaktan helak olmuştum ama heyecanım uyumama engel oluyordu. Saat sabah 5.00’te hala evin içinde dolanır durur durumdaydım. Toplamda 1 saatlik uykuyla, bavulumuzu alıp hastanenin yolunu tuttuk ma-aile. Herkes heyecanlı, herkes mutlu… Babanın ağzını bıçak açmıyor, sakin görünüyor, ama biliyorum ki o herkesten heyecanlı…

Hastaneye ulaştık. Anneannen, babaannen, teyzenler, halan, dedelerin ve arkadaşım Pınar teyzen heyecanla bekleştik. Odanı bir prenses odasına dönüştürmek üzere, anlaştığımız firma gelip hazırlıkları yaptı. Yazılar, süsler, balonlar, ikramlıklar… Herşey hazır ve seni bekliyordu… Ve beklenen an, elinde ameliyat önlüğü ile kapıda hemşire belirdi. Herkesi dışarı aldı ve beni hazırladı. “O an” gelmişti, heyecandan, arkama bakmadan kaçmayı da istesem koca karnımla yapabilecek HİÇ bir şeyim yoktu. Ameliyat masasına yatırıldım, heyecandan bağıra bağıra ağlamak isterken, suratıma yerleştirdiğim plastik bir gülümseme ve gözlerimin hemen ardında bekleyen kilo kilo gözyaşlarıyla asansöre bindirildim. Herkese el salladım gülümseyerek, çok ama ÇOK heyecanlıydım. Baban yanımda, söylemek istediğim öyle çok şey vardı ki, ama ağzımı açmaya kalksam tek yapabildiğim deli gibi ağlamak olabilirdi o an. Konuşamadık…


Ameliyathaneye geldik, beni içeri aldılar. Baban benimle ameliyata girecekti ama o gelmedi. Ben gözüm kapıda onu beklerken içeride bir dolu insan arı gibi çalışıyordu beni hazırlamak için… Doğum öncesi kontrollerimi yaptılar, epidural anestezi için uzman doktor geldi ve belimden iğneyi vurdu. Bu, en korktuğum andı aslında. Canım yandı, ama iğneden mi yoksa stresten mi: orası karışık. Benim tamamen uyuşabilmem için bir süre beklediler, arada muayene ettiler fakat ben uyuşmuyordum! Onlar muayene ederken bende cevap hep aynıydı: “hissediyorum!!” Koldan iğne yapıldı, muayene sonucu aynı, “hissediyorum!” Anestezi uzmanı bile isyan etti, “fil dozu verdik size, uyuşmanız lazım…” dedi; fakat ben hissediyordum işte, ya da stresten bana öyle geliyordu. O arada koldan biraz daha uyuşturmuş olabilirler, emin değilim, fakat ben uyuşmayı bırak, artık neredeyse uyumak üzereydim… Epidural anestezi diye girdiğim doğum, neredeyse genel anesteziye dönecekti. Artık uyuştuğuma kanaat getirince sevgili doktorumuz Melih bey geldi ve operasyon başladı. O arada birisi arkadan ellerimi tutuyordu, “ben geldim” diyordu: Baban! Artık ben öyle uyuşmuştum ki, onu bile tam algılayamıyordum. Narkozun da etkisiyle çeşmeyi açmış gibi ağlıyordum, sürekli ağlıyordum, Anestezi uzmanı “Ağlamayın artık nolur, bakın canınız yanmıyor” diyordu, oysa ben heyecandan ve mutluluktan ağlıyordum sadece. Arada “Cemre ne zaman düştü?” dediğini hatırlıyorum anestezistin, “Bugün düşecek! Bizim eve!” dedim. Çok güldüler…. :)


Ve onda çığlık çığlığa bir ağlama duydum. Dünyada duyduğum en güzel ses! “Çok güzel bir bebek” dedi birisi… Nasıl yani? Bu kadar çabuk muydu? Herkes koşturmaya başladı yeniden, ameliyathaneden bir hareketlenme vardı ama öyle uyuşuktum ki tam anlamıyordum olan biteni. Baban bir yeri işaret etti bana, “Bak orada bitanem, kızımız!” dedi. “Nerede?!!” dedim telaşla, göremiyordum ki, öyle uyuşmuştum anlayamıyordum. Sonunda mavi örtülere sarılı, kıpkırmızı, tosun gibi bir bebek gördüm, çığlık çığlığa ağlıyordu, ben daha çok ağlamaya başladım, “Ağlama, ağlama anneciğim!” diyordum. Sen ağlamamalıydın, sen ömrün boyu hep, ama hep gülmeliydin. Ben bunun için vardım. Sen karnımdayken her gün, ama her gün Allah’a söz vermiştim, sen onun bana emanetiydin ve ben sana çok iyi bakacaktım. Sen… Ağlamamalıydın…

Derken seni bana getirdiler, ağlıyordun hala çılgın gibi, kucağıma verdiler ve dudaklarımız buluşuverdi, sıcacıktın, sıcacık… Sustun! Birkaç saniye sakinledin. Seni öptüm, öptüm,öptüm… “İnanmıyorum, Allahım sana çok şükür!” dediğimi hatırlıyorum. Birkaç saniye vuslattan sonra seni alıp, biraz da memenin kokusunu alsın diye göğsüme koydular ve alıp götürdüler. Bu yaşadığım anlarda sadece duygularımı çok net hatırlıyorum, olan biten o kadar bulanık ki… O arada babanı da dışarı çıkarmışlar… Ben birkaç görevliyle yalnız kaldım, son bakımlarımı yaptılar, doktorum herşeyin yolunda olduğunu ve bizi ziyaret edeceğini söyledi, ayılmam için beni bir odaya aldılar.


Bekledim, zaman geçmek bilmiyordu. Bir an önce sana kavuşmalıydım. Yaklaşık yarım saatten sonra görevli beni aldı ve odama çıkardı. Seni odada bulmak istemiyordum, çünkü benden önce seni kimse kucağıma almamalıydı. Odaya vardım ve “çok şükür!”, sen henüz gelmemiştin, dünyada kucağını bildiğin ilk insan ben olmalıydım..

Derken kapıda bir pembelik, bir ışık, bir güneş.. Cemre düştü odamıza… Üzerinde pembe takımlarıyla, mışıl mışıl uyuyan bir prenses geldi. Kapkara bir kafa, bir dolu saç! Esmer mi esmer bir kız bebek! “Nasıl yani?!” dedim içimden. Ben seni hep kabak kafalı, bembeyaz tenli hayal etmiştim oysa ki, rüyama da böyle girmiştin, neden kandırmıştın ki beni, çok farklıymışsın oysa ki! Bunları düşünmeye çok vakit bulamadan seni kucağıma verdiler, memeyle buluşmaya bile sabredemeden cokkidi cokkidi emmeye başladın. Çok şaşırdım. Bunu nasıl bilebilirdin ki? Birilerinin seni emmeyi öğretmeye falan çabalaması gerekmez miydi? Sütüm geliyordu, nerden bilmişti ki senin bu anda doğduğunu.. Doğum olayının tamamı, başlı başına bir mucizeler silsilesiydi… Biraz emdin, başarılı bir denemeydi, yatağına aldık seni. Yüzünü görebileceğim şekilde konumlandırdım beşiği, uzun uzun seyrettim seni… Gerçekten de farklıydın rüyalarımda gördüğümden. Kapkara bir bebektin, öyle masum… Kafanı inceledim hemen, çünkü son haftalarda doktorumuz kafa çapın büyük olduğu için aşağıya baskı yapıp her an doğumu başlatabileceğini, hazırlıklı olmamızı söylemişti. Hiç de büyük değildi benim kızımın kafası! Dünyadaki en güzel kafaydı o bi kere! Fakat laf aramızda kafan kareydi doğduğunda! :) Öyle komik, öyle tatlıydı ki… Muhtemelen karında sıkışmış ve öyle bir şekil almıştın, burnun da aynı sebepten basılmıştı… İri bir bebektin çünkü, tam 3.680 gr doğdun… Kıpkırmızı suratınla mışıl mışıl uyuyordun, ve babanla ben inanamayarak sürekli seni seyrediyorduk. Refleks olarak elim sürekli karnımdaydı, tam olarak inanamıyordum orada yatanın az önce karnımda olan “SEN” olduğuna, karnımı seviyordum hala elimde olmadan…


2 günlük hastane mecaremızdan sonra evimize geldik. Zorlu geçti ilk günler, emzirmeler uzun, uykular kısa.. Ama sen bir o kadar masum, bir o kadar mis gibi… Biraz emince ağzın beş karış açık uyuyakalırdın omzumda, hala teması çok seven bir bebeksin, belki de böyle alıştığın için. Hiç kucağımdan indirmek istemez, koynumda, kokumu duyarak uyusun derdim. Sen ağzın açık uyurken ben nefesini koklardım, öyle temiz, öyle mis gibi kokardın, cennet kokusu bu mudur derdim, benzetebileceğim daha güzel bir şey bilmediğim için, o koku bildiğim en güzel koku olduğu için.  


Her gün büyüdün anneciğim, her sabaha seninle uyanmak, hayatta tek amacı sen olmak, ANNE olmak, hayatta bildiğim en güzel şey. Her günümü seninle doldurdum, seve seve. Yapmayı sevdiğim herşeyden vazgeçebildim senin için, gönüllü olarak. Sen mutlu ol, huzurlu ol, sağlıklı ol, tek amacım bu oldu. Sadece benim değil, babanın da öyle.. Tabi ki yaradılış gereği babaların duyguları annelerden farklı olacaktır, bunu tam olarak kestiremiyorum, ben sadece kendimi tanımlayabiliyorum. Fakat onun da hayatının öncelikleri sıralamasında seni ilk sıraya koyduğunu çok ama çok iyi biliyorum.

Geçen bu zamanda, senin her gün biraz daha büyüdüğünü gözlemlemek, gelişimine kattığın her hareketi hayretle takip etmek, seninle olmak: bu benim için HAYAT demek. Bundan başka bir yaşama şekli bilmiyorum ben artık. 

Cemrem seni çok seviyorum. İyi ki bu ismi vermişim sana. Ben istemiştim bu ismi, sen daha minicikken, karnımda bir pirinç tanesi kadarken istemiştim, kız bebek olduğun dahi belli değilken… Allah sesimi duymuş olmalı ki bir kız bebek gönderdi bana, “Al bu senin Cemre’n olsun” dedi. Bundan sonra bana hiçbirşey vermese de, sadece sana sahip olduğum için her gün şükrederim. Ama o kadar çok istediğim şey var ki hayattan daha, sen varsın çünkü hayatımda artık:  sen iyi ol, mutlu ol, sağlıklı ol, hep gül, hep sev, hep sevil. Hayatta hep güzel günlerin olsun. Allah seni hep iyi insanlarla karşılaştırsın, kısmetin hep bol, bahtın açık olsun…

İşte böyle o kadar çok şey var ki senin için istediğim hayattan, kendim için dua etmediğimi farkettim uzun zamandır. Benim hayatım sensin çünkü Cemre’m…

Bir dileğim daha var Allah’tan, o da asla aramıza çok fazla mesafeler sokmasın… Biz hep iyi, hep mutlu olalım, ama uzak olmayalım. Sen benim yanımda, yamacımda kal. Kendi hayatın, kendi sevdiklerin olsun elbette, kendi ayaklarının üzerinde dur her zaman. Senin, kendi hayatını adayabileceğin eşin ve evlatların olsun; onlar senin ilk önceliğin olsun, bunu kabullenirim. Ama ben, ben sana çok uzak olmamalıyım. Sana dokunmazsam, seni görmezsem, seni koklamazsam… Nefes alamam anneciğim…

Bugün senin doğum günün annem… Geçen sene tam doğduğun dakikada, 10:12'de balonunla oynuyordun, keyif içindeydin bugün... Bugün işe gitmedim, günümü seninle dopdolu geçirmek istedim. Bunu anlamayacak kadar küçüksün ama olsun, ben biliyorum... Sen içerde mışıl mışıl uyurken ben bu satırları yazıyorum... İyi ki doğdun, iyi ki varsın Cemre’m. Sen hayatta sahip olduğum herşeysin. Seni çok, ama ÇOK seviyorum anneciğim…


2 yorum:

  1. Yazını iş yerinde okuma gafletinde bulundum Dileğim ve şu an ağlıyorum iyi mi :))
    Ne kadar güzel yazmışsın,nasıl güzel anlatmışsın anneliğe ve Cemren'e dair olanları.
    Sizi çok seviyorum iyi ki doğdun Cemre hep gülsün o güzel yüzün teyzecim.Öpüyorummmmm en kocamanından ;** SEDA

    YanıtlaSil
  2. Annelik, evladı söz konusu olduğunda duyguların tavan yapması değil mi :) Ben de yazdım ağladım, okudum yine ağladım ... :)) bugünümüz böyle geçti Sedoshi'm.. :)

    YanıtlaSil